25 Ocak 2011 Salı

yönetim ve mizah

Günümüz İş Dünyasında Örgütsel İlişkilere Mizahi Bir Bakış
Dilbert İlkesi Ve Oa5 Yönetim Modeli
H.Bahadır Akın

yönetim kavramının bir bilim olarak incelenip uygulandığı geçtiğimiz yüzyılda gerek özel sektör işletmeleri gerekse kamu kesimindeki organizasyon ve yönetim sorunları üzerine yazılan makale ve kitap sayısı binlerce ciltle ifade edilecek bir düzeye ulaşmıştır. kurumlar açısından en uygun yönetim ve örgütleme tarzını arayışla geçen bu yüzyıl boyunca hemen her on yılda bir yeni teori ve kavramlar ortaya atılmış, örgüt kuramcıları ve uygulamadaki yöneticiler söz konusu teori ve kavramlardan medet umarak örgütlerini söz konusu yöntemlere uydurmaya çalışmışlardır. gelişen bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin şekillendirdiği yeni küresel iş dünyası ve rekabetin hakim unsur olduğu 1980 ve 1990'lı yıllar işletme yöneticiliği açısından gelip geçici birer heves şeklindeki yönetim modalarının hüküm sürdüğü çalkantılı dönemler olarak kabul edilebilir.
örgütlerdeki mükemmeli arayış çabaları bir çok araştırmacı tarafından ciddiyetle incelenmiştir. ancak, söz konusu arayış içindeki örgütlerde ortaya çıkan birey ve grup temelli ilişkilerin çok kere kara mizah tarzında uygulamaları beraberinde getirdiği aşikardır. gerek özel sektör gerekse kamu kesim örgütlerinde görülen uygulamalar olaylara mizahi bir gözle bakabilen kişiler için her zaman sınırsız bir malzeme olmayı sürdürmüşlerdir. iş dünyası ve kamu bürokrasisindeki örgütsel ilişki ve faaliyetlerden kaynaklanan komik durumları inceleyen sayılı eserler arasında en meşhur olanları 1957 yılında c.northcote parkinson tarafından kaleme alınan "parkinson kanunu" ve 1971 yılında yayınlanan laurence j.peter'in "peter ilkesi" isimli kitaplarıdır. gerek peter gerekse parkinson'un daha sonra tamamlayıcı nitelikte yazdıkları kitaplar ve bazı şirket yöneticilerinin deneyimlerini aktardıkları eğlenceli bir üslupla kaleme alınan eserler bulunmakla* beraber bunlar söz konusu iki eser kadar ünlü ola mamışlardır. 1980 ve 90'lı yıllarda da yönetim ve organizasyon olgusuna mizahi bakışlar sürmüş, ancak bu konuda son dönemin belki de en etkili eseri 1996 yılında abd'li karikatürist scott adams tarafından yazılan ve peter ilkesini ikame etme iddiasını taşıyan "dilbert ilkesi" olmuştur.
parkinson kanunu, peter ilkesi ve bunların devamı niteliğindeki eserler 1972 ve 1975 yıllarında amme idaresi dergisinde "yönetimde mizah" konulu iki ayrı makalede prof dr.kurthan fişek tarafından detaylı bir şekilde ele alınmıştır. söz konusu makalelerin bir ölçüde ve belki de gecikmiş bir devamı niteliğinde olan bu çalışmada, kısaca yönetim ve örgütlerde mizaha unutulmaz iki katkı olan parkinson kanunu ve peter ilkesi hatırlatıldıktan sonra özellikle 1990'lı yılların çağdaş iş dünyası karmaşasına mizahi bir açıdan bakan dilbert ilkesi detaylı olarak ele alınmaya çalışılacaktır. bu açıdan çalışma büyük ölçüde scott adams'ın 1996 yılında piyasaya çıkan kitabından yapılan alıntılardan oluşan bir tanıtım yazısı mahiyetinde olacaktır.
1.parkinson kanunu
parkinson kanunu, özellikle örgütlerde katı bürokrasi ve kuralcılığın sonuçlarını mizahi dille inceleyen bir eserdir. parkinson kitabının ilk bölümünde kural olarak herhangi bir işin her zaman bitirilmesi için ayrılan zamanı dolduracak kadar uzun olduğunu ifade ederek, en boş kişilerin en fazla meşgul görünebileceğinden söz eder ve sonunda en meşhur kanunu olan iş hacmi ile memur sayısı arasındaki ilişkiye geçer. buna göre, " yapılan iş ister artsın, ister azalsın, hatta ortada isterse hiç iş filan olmasın memur sayısı sürekli olarak artacaktır." yani memur sayısı başka değişkenlere değil kendi hareket kanunlarına göre seyreden bağımsız bir değişkendir.
buna örnek olarak 1935-1957 yılları arasında sürekli artma, sonra azalma ve sonunda iyice azalma eğilimi gösteren ingiltere sömürge alanıyla ilgili bakanlığın memur sayısı verilebilir. sömürge alanı hep dalgalı, yani artmalı ve azalmalı bir yol izlerken ve 1947-1954 yılları arasında sürekli azalırken memur sayısı bu değişmeden bağımsız olarak 1935'te 372 kişiden 1939'da 450 kişiye, 1943'te 817, 1947'de 1139'a ve 1954 yılında 1661'e çıkmıştır. dolayısıyla kesintisiz bir artıştan söz etmek mümkündür.
yine parkinson'un kayda değer tesbitlerinden biri komisyonların tabiatı itibariyle esasında cansız ve mekanik değil organik varlıklar olduğunu ortaya koymasıdır. komisyon kök salmakta ve büyümekte, çiçek açmakta, solmakta ve başka komisyonların da kendisinden neşet edeceği tohumunu etrafa salarak ölmektedir. komisyonların üye sayıları ile komisyonların arasında ters yönde bir ilişki mevcuttur. bununla beraber komisyonlarla ilgili iki önemli kural da komisyonlarda kararın ilgisizlerin oylarıyla alınması ve konunun önemiyle tartışma süresinin ters orantılı olmasıdır. bu son cümle şu şekilde de ifade edilebilir: belirli bir iş için ayrılacak ödeneğin tutarı ile o konuda yapılacak tartışmaların süresi ters orantılıdır.
parkinson kitabında örgütlerdeki katı bürokrasi ve kuralcılıkla ilgili daha bir çok konuyu ele almaktadır. bunların arasında en önemlileri personel seçimi, yıllık olağan toplantılar, planlar, yapılar ve idari binalar olarak sıralanabilir. nihayet parkinson örgütlerde mevcut olan bir hastalığa değinerek çalışmasını sonlandırır. buna göre örgütlerde değişik oranlarda ve yöneticilerin yeteneksizliğinden kaynaklanan sorunlar neticesinde örgütü bir felç durumuna getirecek ve hastalığın durumuna göre tedavi gerekecektir.
örgütsel rahatsızlığın ilk işareti kendisinde yüksek derecede ehliyetsizlik ve kıskançlığı birleştiren bireylerin kuruluş hiyerarşisinde görülmesiyle ortaya çıkar. bu niteliklerin hiç biri kendi başına önemli değildir, ancak belli bir yoğunlukta biraraya geldiklerinde reaksiyona girerek "injelitance" olarak isimlendirilen yeni bir öz meydana getirirler. bu özün varlığı kendi bölümünde herhangi bir başarı elde edemeyen, sürekli olarak başka bölümlere de egemen olmaya ve merkezi yönetimin kontrolünü ele geçirmeye çalışan herhangi bir bireyin hareketlerinden rahatça ortaya çıkarılabilir. injelititis, kendi kendine oluşan aşağılık duygusu hastalığı olarak oldukça yaygın bir biçimde görülen teşhisi tedavisinden çok daha kolay bir hastalıktır. injelititis hastalığına yakalanmış bir kişi kendisinden daha yetenekli olanları çevresinden uzaklaştırmak için yaptığı ısrarlı mücadelesi ve keza zaman içinde kendisinden daha güçlü duruma gelebilecek kimselerin bulunduğu yere tayin ve terfisine karşı çıkmasıyla kolayca tanımlanabilir.
bu kişilerin yetkileri ele geçirmeye başlamasıyla merkezi idare yavaş yavaş başkan, müdür veya yöneticiden daha aptal kimselerle dolar. eğer kuruluşun başkanı ikinci sınıf bir insansa, en yakın personelin üçüncü sınıf olduğunu düşünecektir. buna karşılık personel de kendilerine bağlı görevlilerin dördüncü sınıf olduğuna inanacaktır. kısa süre sonra aptallık konusunda gerçek bir yarışma başlayacak, insanlar olduklarından daha beyinsiz gibi davranacaklardır.
hastalığın son evresinde kuruluşun bütününde zekadan hiçbir kıvılcım dahi kalmadığı zamana ulaşılır. kuruluş bu koma aşamasında pratik amaçları açısından ölü sayılır. ilan panosunda dört yıl öncesine ait bir konser afişi göze çarparken, bay brown'un odasındaki isim tabelasında bay smith'in ismi asılıdır. kırık pencereler derme çatma mukavva parçalarıyla tamir edilmiştir. elektrik düğmeleri dokunulduğunda hafif fakat acı bir şok vermektedir. tavandaki badana kalıp kalıp dökülürken duvardaki badana lekelerle doludur. elektrik düğmeleri dokunulduğunda hafif fakat acı bir şok vermektedir. damın kırık penceresinden damlayan sular altına konan kovanın dışına taşmakta, bodrum katının bir yerlerinden aç bir kedinin bağırtıları duyulmaktadır. hastalığın son aşamasında bütün kuruluş çökme noktasına gelmiştir. bu noktada herhangi bir tedaviye kalkışmak için artık çok geçtir, işlev açısından kuruluş artık ölmüştür.
tedavide ilke olarak nasıl bir hasta kendi apandistini alamaz veya dişini çekemezse, çözümün dışarıdan gelmesi şarttır. ancak hastalığın çok ilerlemiş olduğu durumda artık kurtuluş ümidi kalmamıştır. tek çare, kuruluşun feshedilerek tamamen yeni bir adla, yeni bir yerde ve yepyeni bir personelle silbaştan işe başlamasıdır. bütün malzeme ve dosyalar imha edilmeli, sigortalandıktan sonra binalar ateşe verilmelidir.

2.peter ilkesi
parkinson kanununu dikkate almakla beraber onu aşma iddiasında olan bir diğer yaklaşım peter ilkesidir. laurence peter, kişisel yetmezlik düzeyi kavramını ortaya atarak hiyerarşideki her memurun kişisel yetmezlik (memurun kişisel olarak kendinden bekleneni verememesi durumu) düzeyine ulaşma eğiliminde olduğunu ileri sürmüştür. aslında peter ilkesi basit bir tespite dayanmaktadır: bir işi iyi yapan insanın ille de her işi yapması gerekmez. iyi bir komutan olan macbeth krallıkta, iyi bir öğretici olan socrates de savunma avukatlığında yetmezlik düzeyine ulaşmışlardır.
hiyerarşi içinde yürütülen ve sonuca götürülen tüm çalışmalar henüz yetmezlik düzeyine ulaşmamış birkaç memurun eseridir. peter ilkesi yetmezlik düzeyini niteleyen belirtileri şu şeklide sayar:
* tikler ve garip alışkanlıklar
* kalıplaşmış konuşma teknikleri
* kağıt düşmanlığı
* kağıt tutkusu
* resmi konuşmalar arasında fıkra anlatma ve nutuk atma
bu evrede başarılı olmak isteyenlere peter'in sunduğu reçete de şudur:
* somut iş yerine görüntü üretiniz
* en ilgisiz işlerle uğraşmaya bakınız
* dar bir alanda yoğun şekilde uzmanlaşınız.

Hiç yorum yok: